24 Temmuz 2015 Cuma

Bir Deniz Kızı Hikayesi - Corleonis || Kitap Yorumu



Merhabalar efendiiiimm.. Ben yine Kalemzen ve bu da BDKH kitabına yaptığım naçizhane yorumum.
Arka kapak yazısını da okumayı ihmal etmeyin. ;)




" Okyanus... Onu gördüğümde, dile getiremediğim ve aklımdan geçen tek şey buydu.
Okyanus gibiydi gözleri. Okyanus bile bu kadar derin değildi belki...
Çaresiz, yalvaran bakışlarıyla bana bakıyordu. Ve gözlerindeki yakarış, dudaklarında süzüldü.
"Yardım et..." Sessiz...Güçsüz...Ürkek...
Öyle olağanüstüydü ki aşkları... Öyle masum...
İki yakın arkadaşıyla Karayipler'e tatile giden Walt'un aklında sadece üç şey vardı;
kızlar, okyanus, eğlence.
Peki, Karayipler'in en güzel koylarının birindeki mağarada, çaresiz, okyanus gözlü bir kızla karşılaşınca, hayatının değişeceğini tahmin edebilir miydi?
İki aşık kalp...Walt ve Elka...
Ölüme, imkansızlığa karşı ne kadar direnebilirdi?
"Yemin ederim sana her şeyi düzgün öğreteceğim.
Korkunca öpülmüyor biliyor musun?
O, sadece seni öpebilmek için uydurmuş olduğum bir yalandı.
Pizzamı da paylaşabiliriz söz veriyorum. Yine dönmedolaba bineriz ve bu kez, korkmaman için sımsıkı sarılırım sana.
Seninle uyumak için uydurduğum bahaneler olmadan beraber uyuruz...Hı?"


Eğer yazarını birebir tanımıyorsanız ve sadece bu ismi duymuş olsaydınız, yabancı biri zanneder, çeviri kitap okuduğunuzu tahmin ederdiniz değil mi?
Neyse ki ben tanıyorum. Ve tanıdığıma da o kadar memnunum ki! Yazarımız Türk efendim. Ayrıca kim demiş Türkler fantastik yazamaz diye? Alın bir adet BDHK'i postalayın o insana, elden verecek olanlar varsa yüzüne bir kuple tükürürlerse ben adıma da, sevinirim.
Evet, sinirimi de sizinle paylaştığıma göre artık yorumuma gecebiliriz.



Kitabımız bir koyda başlıyor.
İnsan olmayı çok isteyen Elka, Kihan'ın-ki bu karakterden son 40 sayfaya kadar falan nefret ettim, adı geçince bile irrite oldum- onayını bile beklemeden kendisini atıyor deniz ülkesinin kapısından dışarı ama oldu mu hiç? Olmadı tabi. Sabırsız Elka! Sen nasıl dayandın 9 ay istiridyenin içinde? :P Ve evet, istiridyelerin icinde kalıyor bu deniz perileri. Neyse konuyu fazla dağıtmak istemiyorum. 

Kapıdan çıktı çıkmasına ama bilin bakalım peşine kimler takıldı kimler? Öncelikle Urel. Kim ya bu adam diye soran olursa eski bir tanıdık dersiniz. :D Bu adamdan da hoşlanmadım ama ben kitap boyunca iguana suratlı pislik. Hhhmmm.. Bir de aramızda kalsın bu Urel'le Kihan var yaaa... Ama durun her şey sırayla.

Birazcık da Walt'tan bahsetmek istiyorum. Ahh.. Kurtarıcı Walt demek istedim tabi ki. O ve iki arkadaşı John ve Steve Karayiplere tatil yapmaya gelmişti. Ve eğlenmeye geldikleri koyda denizde olan sarsıntıyı üçünden sadece o farketti. (Tabi bunda denizde olmaları da önemli bir etken, -ları dedim evet sarışın mıydı, esmer miydi, kumral mıydı? Hatırlayamadım. Ama vücutlarını beyinlerinden çok daha fazla kullanan kadınlardan biri vardı yanında. Hemcinsim olarak onlardan utanıyorum.) Ya da Elka'nın ince titrek sesiyle acıdan dolayı inlemesini de sadece Walt duydu. Demem o ki kader ya da tabiat ana ya da yazar işte ne derseniz işinde iyi. ;)



Neyse efendim Walt bir şekilde Elka'yı mağaradan ve koydan çıkarıyor.  Bu arada güzelliğine o hasta haliyle bile vuruluyor demeyi unuttum. Arabasının balık kokmasına mani olamıyor tabii. :D
Sonrasında komşu teyzenin mantarlı terliklerinden mi bahsetsem, dönme dolabın tepesindeki korku öpücüğünden mi yoksa ilk kez dondurma gören Elka'nın heyecanından ve merakından ya da Walt'un onun dondurma yiyişinden etkilenmesinden mi bahsetsem bilemedim. Ama kitap her anında keyifliydi. Tabi üzülmedik mi? Üzüldük. Ağlamadık mı? Ağladık. Hayran kalmadık mı? Kaldık.
Steve ve Axela'dan bahsetmiş miydim? Ah.. Axela'nın kim olduğunu bilmiyor olabilirsiniz. Kendisi Elka'nın yakın Deniz Perisi arkadaşı. Kapıdan geçen kaçaklardan bir tanesi anlayacağınız. Steve'le atışmaları, hafızalarını kaybetmelerine rağmen aşklarını unutmayışları ama nefretle örtmeye çalışmaları. Bir şey diyeyim mi? Bu ikiliyi çok seveceksiniz.
Sıra geldi Kihan ve Urel'e. Onların hikayesi çok çok eskiye dayanıyor. Kabul. Kitabın sonunda ikisini de çok sevdim. Aşkları için acıyı göze alan insanlara hayranımdır. İkisi de fazlasıyla acı çekmişler.
John ve mantarlı terliğin sahibi teyzenin yiğeni arasındaki aşkta güzeldi hani. Sevmediğimiz karakteri yok ki yazarın!



Aralardaki geçişler çok güzel ve yeterliydi. Sözün kısası ben bayıldım bu kitaba. Ayrıca görselleri hazırlayan Katre'me de çok teşekkürler.Çok güzel değiller mi? ^.^
Kalemzen'den tavsiyedir efendim, alın okuyun yazın bana. ;)

21 Temmuz 2015 Salı

KURUCUNUN KIZI - AMY ENGEL || KİTAP YORUMU




KİTABIN ADI: KURUCUNUN KIZI
YAZARI: AMY ENGEL
ORJİNAL ADI: THE BOOK OF IVY
SERİ: THE BOOK OF IVY #1
TÜRÜ: DİSTOPYA
YAYINEVİ: YABANCI YAYINLARI
ÇEVİRMEN: MERVE ÖZCAN
YAYIN YILI: 2015
SAYFA SAYISI: 270
Dehşet verici bir nükleer savaş sonrası Amerika Birleşik Devletleri büyük ölçüde yok edilmiş, sadece küçük bir grup hayatta kalmıştı. Geriye kalanları kimin yöneteceği konusunda Lattimer'lar ve Westfall'lar arasında çıkan savaşı Westfall ailesi kaybetmişti. Ve beş yıl sonra barış ve kontrol, her yıl yapılan bir törenle, kaybeden tarafın kızları ile kazanan tarafın erkeklerinin evlendirilmesiyle sağlanmaktaydı.
Bu yıl benim sıram gelmişti.
Benim adım Ivy Westfall ve görevim basitti: Başkan'ın oğlunu, müstakbel kocamı öldürmek ve Westfall ailesinin gücünü geri kazanmasını sağlamak.
Ama görünen o ki, Bishop Lattimer ya çok yetenekli bir oyuncu ya da ailemin iddia ettiği gibi kalpsiz, zalim bir çocuk değil. Hatta beni bu dünyada gerçekten anlayan tek kişi bile olabilir. Ama kaderimden kaçmama imkan yok. Ben Westfall mirasını geri alacak kişiyim.
Çünkü Bishop ölmeli. Ve onu öldüren ben olmalıyım...



Merabalaarrr ^.^ Yine ben, Katre...
Daha önce distopya ve fantastik yorumu girmemekle ilgili bir kararım vardı ve ben tabii ki dayanamadım. Yorumun bekleyeni de olunca girmemek olmazdı. Bahsi geçen kitap yorumu 'Anlat Beni'den ziyade 'Tamamla Beni' çığlıkları atan Kurucunun Kızı!  Çünkü kendisi 2-2,5 haftadır taslak halinde beklemek zorunda kaldı. Ve nihayet tamamlanıyor galiba... 

Veee geveze bir girizgah yaptıktan sonra, üstteki kitap tanıtım yazısı ve video zannediyorum ki kitabımızın konusunu açıkça ortaya koyuyor. İzlemeden ve okumadan geçtiyseniz izleyin ve okuyun derim o halde, çünkü nasıl bir dünyanın içinde olduğumuzu güzel özetlemişler. Ha bu arada Yabancı Yayınlarının hazırladığı kitap tanıtım videolarını ne kadar sevdiğimden de bir küçük bahsedeyim. Mükemmeller yaa, bu da öyle... Diğerlerini kim yaptı bilmiyorum ama bunu Gizem Sert yapmış. Ellerine sağlık muhteşem yapmış. *_*

'Şehir' böyle söylüyor tanıtımda. On bin kişiden oluşan ve etrafı çitle çevrili, Lattimer'ların ve Westfall'ların iki ayrı ucunda yaşadığı, bir distopyaya göre çok da katı kuralları olmayan ve şehir adını almak için çok az insan barındıran şehir.

Lattimer'lar yıllar önce Westfall'larla girdikleri mücadeleyi kazanıp şehrin başına geçtiklerinde bir zorunluluk getirmişler; her yıl iki defa -biri  yaza girerken diğeri sonbaharda- iki tarafın 16-17 yaşındaki gençlerini, yapılan testler sonucu en sağlıklı eşleşme teşhis edilerek evlendirmek. Kitabımız yaz başındaki törenle başlıyor, kazanan tarafın erkekleri ve kaybeden tarafın kızları. Başkanın Oğlu Bishop Lattimer ve Kurucunun Kızı Ivy Westfall...

"Yalan söylemek istemeyen bir çocuk asla doğruyu söylemeyen bir kızla evlendi. Eğer Tanrı gerçekse hastalıklı bir espri anlayışına sahipti."

Kitaba gerçekten güzel bir düzeneğin içinde başlıyoruz. Zorunlu evlilikler yıllar boyu alışkanlık olduğu için kaybeden tarafın kızları için artık bir sorun olmaktan çıkmış, törende sıralarını beklerlerken heyecanlarına mutluluk da karışabiliyor ama Ivy elbetteki baş kahraman olmanın getirdiği zorunlulukla onlardan farklı. Ivy Başkanın Oğluyla evlenmeyi istemiyor ama onun bir görevi var. Yüce bir görev... Bir intikam... Burada kitabın kapağındaki güzelliğe göz kırpmak gerek. Amacı barışı sağlayıp, nükleer savaş sonrası yüzünden tıkılıp kaldıkları çitin içinde nüfusu artırmak için çocuk doğurmak ve sevgi dolu bir eş olmak değil. Yıllar önce büyükbabasının elinden alınan hakkı geri getirmek. Bu bir aile meselesi, kişisel olarak da annesinin intikamını almak istiyor kızımız...

Peki nasıl yapacak? Aynen şöyle; ilk önce Bishop'u ardından da Başkan'ı öldürerek... Böylece uğruna yıllarca çalıştığı -kitabın başında bundan ilk bahsettiğinde benim aklım uzak doğu sporlarına gitmişti ama fikrî bir çalışma bu, önden söyleyeyim- gayeyi yerine getirip demokrasiyi hakim kılmış olacaklar...
Olacaklar diyorum çünkü bu planı Ivy tek başına yapmadı. Okuyucu tarafından booooooolca nefret edilecek bir ablası ve babası var. Hadi babası neyse de, o abla... Başına ateşler yağsın onun, o kadar...o kadar!! -,-

"Eğer kullanıldığının farkındaysan ve yine de buna izin veriyorsan, gerçekten kullanılıyor olur muydun?"

Bu kitapta sempati besleyeceğiniz tek karakter Bishop. Ivy'ye karşı o kadar anlayışlı ki ve düşünceleri, çitin ardındaki denize duyduğu özlem... Bishop kesinlikle okuyucunun sevmesi, çoook sevmesi için yazılmış bir karakter. Ivy ise daha çok anlayış duyduğumuz... Ivy çok fedakâr bir kız, kitabın başında ailesi sonunda ise aşkı için kendini feda ediyor. Öyle ki kitabın sonunu gözleriniz dolu dolu okuyorsunuz.


"Beni inciteceğini düşünmüyordum ve bundan ne çıkaracağımı bilmiyordum. Eğer incitseydi, her şey daha kolay olabilirdi."

Karakterler evlendikten sonra Ivy'nin Bishop'u keşfetmesini, gerçekte sandığı kişi olmadığını anlamasını okuyoruz. Ama buna rağmen -çoğu zaman ablasının gazıyla- amacından vazgeçmiyor ve planı dahilinde çalışmalarını sürdürüyor ve ailenin içine giriyor.

Aslında o kadar kalın bir kitap değil ama sevince, hakkında yazdıkça yazısı geliyor insanın. Burda anlatmaya dur deyip önemli bir de detaydan bahsedeyim. Bu distopyanın en katı yönü bana sorarsanız, cezası. Yani bir tecavüzcü de olsanız ya da bu zoraki evliliklere karşı da gelseniz olacak belli, çitin dışına atılırsınız! Bu gerçekten ürkütücü bir şey şehirliler için çünkü nükleer savaştan sonra çitin gerisinde neler var bilinmiyor. Dışarıya arama timleri gönderilmesine rağmen henüz sağ dönen hiç olmadı. Çitin ardı tam bir muamma ve orada olmak herkesin korkulu rüyası. Yani bu bahsedilmesi gereken bir mevzuydu, bundan da bahsettiğim göre yavaş yavaş bitireyim.

"Sanırım çitin bizi güvende tutması gerekiyordu ama daha çok bizim korku içinde yaşamamıza neden oluyor."

Distopik açıdan değerlendirildiğinde öyle çok iyi bir kitap olduğu söylenemez ama genel olarak bakınca... Bence harika bir kitap, çoook severek ve bir oturuşta, hasta hasta gözlerimi kitaba akıta akıta okudum. Başlayınca elinizden bırakamadığınız kitaplardan Kurucunun Kızı da, ince işlenmiş karakterlerle oluşturulmuş güzel bir kurgu. Her bir kelimesini zevkle okudum ve ikinci kitabı olsaydı onu da hiç yerimden kalkmadan hemencecik bitirirdim. Malumunuz Bishop azıcık -tan biraz fazla- bağımlılık yapabiliyor. *-*

Baskıyı konuşalım azıcık da. Yabancı Yayınları'nın ilk ciltli baskı denemesiydi, ceket kısmında zannediyorum bir hata olmuş ama hakkını yememek lazım çok kaliteli bir baskıydı ve fiyatı da çok uygundu ki etiket fiyatının altına düştü çoğu satış noktasında. Hatta ben kendisini 10 liraya aldım aramızda kalsın. *-* Dosyayla ilgili bir maruzatım olabilir, okurken gözüme redakte hataları ilişti belki yeni baskıdan önce son bir okuma yapar yayınevi, güzel olur bence.


Ve gelelim kapak tasarımına, gördüğümüz üzre yayınevi orjinal kapağı kullanmış çok da güzel olmuş ama soldaki yeşilli kapak da bir harika, insanın aklı kalmıyor değil. :P

Ve ve ve veee..... Sıradaki, 'The Revolution Of Ivy'ye *.* Türkçe'ye 'Ivy'nin Devrimi' olarak çevirebilir, tabii yayınevi orjinal ismi kullanır mı bilemem. Kapakla ilgiliyse, o bıçağı gördünüz mü o bıçağı! Doğrultulmuş birine ya da birilerine, benim elbetteki tahminim var ama spoi olmasın okumayanlara. Ve alttaki ormanı gördünüz mü peki!?! Allah'ım n'olur çabuk çıksın yaa, dedirtiyor kapak bile *-*

Puan vermeyi unutmayalım.
Puanım 4,5/5 ^.^

Okuduğunuz için teşekkürler, yorum da bırakın ^.^
Yeni bir yorumda görüşmek üzere.










17 Temmuz 2015 Cuma

Marslı - Andy Weir || Kitap Yorumu





Merhabalar, ben Kalemzen. Bu da Marslı yorumum. İlk yorumdaki heyecanı attığımı umuyorum. Teşekkür etmem gereken insanlara bir küçük not bile iliştirememişim ya, tüh bana. Onlara sonsuz bir borcum var. Bizim için uğraştığınız, teşekkür ederim.  ( Geç oldu ama güç olmasın değil mi ama? 🙈🙊 )

O, Dünyanın en ünlü adamı.
Sorun şu ki, Dünya'da değil. 
Mark Watney, 31 sol icin tasarlanmış bir Hab'ta 1.5 yıl yaşam savaşı veren insan.


Kitabımız turuncu renkli kapağıyla ilgi çekici. Kapak dokusu da bir harikaydı. Baştan söyleyeyim kitabın neredeyse her cümlesine hayran kaldım. Uzun zamandır bilim-kurgu okumadığım için mi diye düşündüm ama yok. Değil. Kitap cidden çok iyi.
Bir arkadaşım hediye etmişti, lakin okuyana kadar bayağı zaman geçti üzerinden. Utanıyorum ama kahrolası sınavlar demekten de kendimi alamıyorum. Neyse ki artık mezunum. 👏🎉
Neyse, gel gelelim kitabımızaaa...
Başlarda kitaptan fazla bir şey beklemiyordum. Kapağına hayran kaldım ve Goodreads okurlarına da güvenerek aldım. Ama sona yaklaştıkça su gibi aktı kitap ve bitirdiğimde kesinlikle bu kitap okunmaya değer dedim. Sadece, bilim-kurgu sevenler bile değil. Her yaştan, her kesimden insan okuyabilir bu kitabı.



Birazcık kimya ve teknik bilgi vardı. Bu bir sözelci için fazla can sıkıcı olabiliyor. Hele su üretme aşamasında giriştiği hidrojeni ayrıştırma işlemini okurken hem gerildim -çünkü MTA'nın patlama ihtimali vardı- hem de sıkıldım. Tamam. Yak artık şu lanet olası nitrojeni.

Ama ondan öncesinde bir şey vardı ki, zekasına ve öleceğini düşünmesine rağmen arkasında bir şeyler bırakmak için uğraşması beni kendine hayran bıraktı. (Aç karnını doyurmak için de olabilir. :D )

Mesela, dışkısını, birazcık Dünya toprağını ve Mars toprağını karıştırarak patates yetiştirebiliyor. Bunun için görev arkadaşlarının elbiselerinden bir kaç tanesini feda etmesi gerekiyor ve sonunda onlara ulaşmasına yetecek kadar patates yetiştirebiliyor.  Dolayısıyla; Mark Watney, Marsı kolonileştirmiş adam.

Mars'ta ikmallerinin bitmesini, su arıtıcısının bozulmasını ya da oluşabilecek herhangi arızaya rağmen, tabii birazda korkarak, seyahat ediyor. Birinci yolculuğu Pathfinder için. Kendisini dolaylı yoldan NASA'ya bağlayabiliyor ve komik diyalogların çıkmasını sağlıyor.



"Tuhaf bir his gerçekten. Nereye gitsem, ilkim. Araçtan dışarı mı çıktım? Oraya gelen ilk kişi benim! Bir tepeye mi tırmandım? O tepeye tırmanan ilk kişi benim! Bir taşı mı tekmeledim? O taş bir milyon yıldır yerinden kımıldamamıştı!
Mars'ta uzun yolculuğa çıkan ilk kişi benim. Mars'ta otuz bir soldan fazla zaman geçiren ilk kişi benim. Mars'ta mahsul yetiştirebilen ilk kişi benim. İlk, ilk, ilk!" syf:117/Pathfinder Yolculuğu
İkincisi ise, Schiaparelli. O neresi diye sorarsanız, hemen diyeyim. Takım arkadaşlarının kendisini Dünya'ya götürebilmeleri için yaklaşabilecekleri nokta. Birazcık sapma olmadı mı? Oldu. Ama bu insanların hepsi zeki. Hemen bir çözüm buluveriyorlar.

"...Şimdiden görebiliyorum: Elimde bir harita, kafamı kaşıyıp acaba Venüs'e nasıp geldim diye düşünüyorum." syf:328/Shiaparelli yolculuğu
Kitabın diline de çevirisine de bayıldım. Kesinlikle Mark Watney'e yakışıyordu
Dertlenişi ve kendi kendine Mars yüzeyine attığı serzenişleri bile insanı güldürüyordu.

"Torunlarım olmasını dört gözle bekliyorum. " Ben gençken, bir kraterin kenarına kadar yürümem gerekti. Tepeye doğru hem de! Bir GDF elbisesi içinde! Mars'ta diyorum, velet! Duydun mu beni? Mars'ta!" syf:336
Mark'ı hayatta tutan şeylerden bir tanesi muhteşem zekası ve esprili kişiliğiydi. Ona gerçekten hayran kaldım.

Bu arada bilmeyenler için söylüyorum Marslı film oluyor. Başrolde Matt Damon oynuyor. Gösterim tarihi ise 2 Ekim olarak belinlenmiş. Aşağıdaki linkten de Mark'ı ve görev arkadaşlarını tanıyabilirsiniz. 

https://www.facebook.com/ithakiyayin/videos/vb.346059422081548/935318073155677/?type=2&theater





Evet efendim, Kalemzen'den tavsiyedir.
Alın, okuyun ve bana yazın. Konuşalım.
Yorumumu okuduğunuz için de çook teşekkür ederim.

14 Temmuz 2015 Salı

Masum Koza - Kitap Yorumu









        Bu sefer zehirlerin yavaş yavaş aşka ve huzura dönüşmesinin hikayesi ile geldim. Bu dönüşüm bir Masum Kozada gerçekleşiyor. 

         Açıkcası bu kitabı alalı birkaç ay oluyor. Güvendiğim kişiler tarafından çok tavsiye edildiği için almıştım ama kitabın arka kapağındaki ve iç kısımlarındaki alıntılarında çoğunlukla intikam ve nefret sözcükleri geçtiği için bir türlü okuyasım gelmemişti. Hatta kitaba başlayıp başlayıp ilk iki bölümde bırakıp durmuştum. Sonunda bir yolculuk sırasında girdim Poyrazla Hayalin dünyasına. Sonrasında ise o dünyadan çıkmak o kadar zor oldu ki. 

        Poyraz; anne kokusu bilmeyen, annesini daha doğarken kaybetmiş bir yaralı Fırtına. Onu iki kişilik seven babası ve annesi öldükten sonra kendisini kendi çocuğu gibi büyüten ailesinin hizmetlisi Zehra Hatun sayesinde kimsesizliği tatmamış olsada annesizliğini hiçbir şekilde aşamamış, yüreğindeki boşluğu dolduramamış biri.


        Hayal ise; ahh hayall… Dilimin dönmediği, dönemediği biri. Benim gözümde savaşçı kostümü giyen küçük bir çocuk o. Bedeninin kullanılmışlığını başka erkeklerin kalbini kullanarak dindirmeye çalışan fakat her çabasında dahada dibe batan bir ruhun rahibi.
Erkeklerden intikamını almak ve sonsuz huzura kavuşmak için son hedefini bulduğunu düşünüyor.  Eh bir kısmı da doğru çıkıyor çünkü poyraz ona gökyüzünü ve renklerini sunuyor. Hayalin geçmişte yaşadıkları sürekli ikisinin arasına girse de en son galip gelen aşk oluyor.

          Bu kitap her ne kadar Poyraz ve Hayalin hikayesi olsa da onların aşklarını sağlamlaştıran ruhlarını kurtaran birde aile üyeleri var. Efsun, Devran,  Aziz Baba, Zehra Hatun, Zeliha, Demet ve Aslan; her biri birbirinden deli ve yürekli bu insanları tek tek tanıtmayacağım. Çünkü hem heyecan kaçmasın istiyorum. Hemde özellikle devran ve efsuna girersem çıkamam. Onların hikayesini de sabırsızlıkla ellerime almayı bekliyorum.


           Kitabı okuyunca korktuğum gibi yoğun ve boğucu intikam yoğunluğunun olmadığını, aşkla kardeşlikle ve acılarla yoğrulduğunu gördüm ve bu çok hoşuma gitti. Beni rahatsız eden sadece tek şey kitabın içinde bazı yerlerde göze batan yazım yanlışları oldu. Bunlarda cümle akışında aksamalara sebep oluyordu. (yanlış isimlerin yazılması gibi). Bu tarz hatalar keşke düzeltilseydi ama olan olmuş artık. 
           
           Sizlere şimdiden iyi okumalar ve iyi bayramlar :)

Kitaba puanım: 7/10

4 Temmuz 2015 Cumartesi

O Gecenin Ardından - Kitap Yorumu




Orjinal kapak

Çeviri kapak

Yeniden merhaba, hazır tatil başlamışken eski kitaplarıma bir göz atayım dedim ve elime direk o gecenin ardından geldi. Yazarında arka kapakta dediği gibi elimden düşmeyen kitaplarımdan biri. İçeriğine ve kitap bilgilerine geçmeden önce sizlere kapakları göstermek istedim. Çevirisi çok daha güzel bence ama yinede içeriği çok yansıttığını düşünmüyorum. 





Faith küçüklüğünden beri büyük sorumluluklar yüklenen, bir nevi büyümek zorunda kalmış birisi. En büyük çabası; kasabanın fahişesi olarak bilinen annesi ve onun izinden gitmeye çalışan kız kardeşinden, her gün sarhoş olan babasından ve olay çıkarmakta üstlerine olmayan abilerinden farklı olduğunu ispatlamak. Faithin ailesinde belkide en çok sevdiği kişi kardeşi Scottie. Fakat Scottie down sendromlu ve hasta bu sebeple Faithin bir görevi de kardeşine bakmak.


Gray ise 22 yaşına kadar büyük bir sorunu olmayan kasabanın sevilen ailelerinden birinin oğlu. Faithin annesi ile Grayin babasının bir ilişkisi olduğunu tüm kasaba biliyor ve ikisi birden aynı gün ortadan kayboluyorlar. İkisinin beraber kaçtığı düşüncesi ve bu düşüncenin ailesini üzdüğü düşüncesiyle Gray bir gece yarısı Devlinleri evlerinden kovup kasabayı terk etmeye zorluyor. Ailelerinin arasında gerçekleşen sorunlara rağmen Grayde Faithde küçükken birbirlerinlerine olan çekimlerini engelleyememişlerdi. Devlinlerın kovulduğu gece ikisi içinde dönüm noktası olmuştu.


Faith tam 12 sene sonra bir sırrı çözmek için kasabaya geri dönüyor. Aradan geçen onca seneye ve skandal olaya rağmen aralarındaki çekim hala devam ediyor.Kitapta Gray ve Faith kadar ön planda olan Monica, Michael ve Alex  var . Monica Grayin kız kardeşi. Michael ise polis şefi. Monica babası kaybolduğundan beri zor anlar yaşamış biri. Faithin gelmesiyle beraber sinirleri iyice geriliyor. Michael ise Monicanın sevgilisi .Alex ise Rouillardların aile avukatları. Detayları kitapta ;)


Kitapta hem aksiyon hemde aşk tam ayrında olmuş. Ne aşkın duygusallığında boğuluyoruz ne de aksiyonsuzluktan aşkı hıphızlı yaşıyoruz. Çevirmenini de yazarı kadar tebrik etmek gerek bence çünkü kitabı dilimize gayet güzel bir şekilde çevirmiş. Hiçbir şekilde takılma yaşanmıyor. 


Kitaba puanım : 9




Geri gelmek kolay olmamıştı. Gray Rouillard'ın kelimeleri hala zihnini yakıyordu. Bazen günlerce onu düşünmediği oluyordu ama acı hala oradaydı-kontrol altındaydı ama hala oradaydı, sürekli ona eşlik ediyordu.Geri gelmek hatıralarını daha belirgin kılmıştı ve sesi zihninde yankılanıyordu: Süprüntü.

"Evlen onunla" "Ve hayatını cehenneme çevir. Bu numarayı çevirdikten sonra bunu hak ediyor"

Zavallı Alex...Zavallı Monica... İkisi de asla sahip olamayacakları şeyler için vekil olmuşlardı.