30 Ekim 2015 Cuma

[OKUMA ETKİNLİĞİ#1] ÖYKÜ ODABAŞ İLE SÖYLEŞİ

Merhaba :) Paluri kitabımızın yazarı Öykü Odabaş ile keyifli bir söyleşi yaptık. Umarız sizde okurken bizim kadar zevk alırsınız ...

1. Öykü Odabaş kimdir?
Öykü Odabaş Kanneci’dir aslında ancak çıkarmak üzere olduğu akademik yayınlar ve romanlar birbirine girmesin diye, romanlarında Öykü Odabaş’ı kullanmaktadır. Neden buna gerek duyduğumu, roman severlerin kalbini kırmadan anlatmaya çalışırsam eğer şu şekilde kaleme getirebilirim; akademik bir çalışma yayınladığımda, romantik maceralarımın baz alınmasını istemedim…
Çoğu insan evladından daha maceraları bir doğum ve şaka gününde dünyaya geldiğim için midir bilmiyorum, tüm yaşantım şaka gibi ilerledi.
Akademik hayatım, 180 derecelik dönüşlerle; senfoni sanatçılığından etnomüzikologluğa, Kelt kültürü ve müziği uzmanlığından mental retardasyonu olan çocukların müzikle eğitimi ile ilgili sistem geliştirip bu sistemi TUBİTAK kapsamında da anlatmaya varana kadar aktif geçti.
Öykü Odabaş, yaptığı hiçbir işi yasak savmak için yapmayan, üstüne aldığı her şeyi, en ince detayına kadar yapabileceği en mükemmel haliyle yapmaya çalışan ve öğrenmekten hiçbir zaman vazgeçmeyen ve hatta öğrenmeye hala aç ve hevesli, nev-i şahsına münhasır bir kişidir.
2. Yazmaya nasıl karar verdiniz?
Ne zaman sorusu burada çok önemli aslında… İlk çalışmalarım ilkokulda şiirlerle başladı. Buradaki en büyük etken annem ve babamdı. Babamın günlük tutmam konusundaki yönlendirmesi ile ilkokulun son sınıflarında Montaigne ve Denemeler’i ile tanıştım. Deneme nedir, nasıl yazılır her şeyi o zaman ki ansiklopedilerden öğrendikten sonra asıl sihirli cümleyi babam söyledi.
“Her iyi yazar, yazı hayatına önce denemeler yazarak başlar.”
Tabii ki kâğıt ve kalemi kaptığım gibi olur olmaz her şey hakkında bir sürü deneme yazdım ama ortaokul sıralarında ki sanırım şu anda altıncı sınıfa tekabül ediyor; bu denemler bana yetmemeye başladı. Dizi ve film izlemeyi çok severdim ancak dünya klasiklerinde, günümüze ait tat bulamamak beni arayışlara sokmuştu. Ve Sır sersinin ilk halini; o aralar eve yeni gelmiş bilgisayarda, yaklaşık kırk beş sayfa olarak yazdım. Gerçi konu, mevcut SIR sersiyle çok alakasız gözüküyordu ama çoklu karakter ve aksiyon temeli aynıydı.
Aradaki yazma maceramı çok da fazla anlatmaya gerek yok çünkü her daim sadece kendime yazdım. Ta ki Wattpad’le tanışıncaya kadar.
Kendi kendime dedim ki ben de yazıyorum. Hadi yayınlayayım bakalım neler olacak…  Ve sanırım şu anda olanlar aşağı yukarı ortada. Yine de mükemmeliyetçilik anlayışına çok uzak gibi dursa da ortaya çıkardığım kurgular; kendi kendimle yarışımda her bir kurgum, anlatım, araştırma ve içerik olarak bir öncekinden çok daha başarılı oluyor.
3. Wattpad hakkındaki görüşleriniz nedir?
Wattpad’in, popüler Türk edebiyatı için büyük bir şans olduğunu düşünüyordum. Bundan üç sene evvel, insanlar editörlere kitaplarını belli formatlarda yollar ve senelerce cevap gelmesini beklerlerdi. Oysa şimdi yazabilen yazamayan herkesin kitabını basmak için hevesli pek çok yayınevi var ve bunun sebebi tabii ki Wattpad.
Bunun dışında, interaktif yazımda, okurlardan gelen anlık tepkiler de, bizim gibi henüz gelişme aşamasında olan yazarlar için bence çok önemli çünkü raf okurunun geri dönüşleri ya her zaman görülmüyor ya da genellikle geri dönüş olmuyor. Wattpad, bu açıdan bir cennet.
4.Yazarken neleri dikkate alırsınız?
Her şeyi…
Aktif olarak yazmaya ve kitaplarım okunmaya başladıktan sonra bir kurgu ilhamına boğulunca, aklıma gelen yeni kurguları unutmamak adına defterler tutmaya başladım. Paluri Ar Si Ar Ma dâhil, yaklaşık bir senedir oluşturduğum her kurguma bir outline hazırlıyorum.
Ve bu outline için gerekli olan tüm araştırmayı da kurguya başlamadan önce hazırlıyorum.  Karakterlerim için seçtiğim meslekler, okullar ya da iş hayatlarında karşılarına çıkan bürokratik sorunların hepsi gerçek mevzuata göre işleniyor.  Bunu dışında zamanlamalara özellikle dikkat ediyorum. Misal kitaplarımda tarihler göremeseniz de, outline’ımda her bir adımın gün, ay ve yıl olarak net tarihleri mevcut. Olayların akışı ve gelişmesi, bölüm süresince anlatılacak sahnelerin güne vurumu hesaplanarak bu tarihler oluşturuluyor.
Ek olarak farklı ülkelerde geçen kurgularımda, kurgunun geçtiği ülkeye ait yasalar, popüler kültür yemekleri, geleneksel kültür detaylarına varana kadar araştırıp, teknik olarak hataya yer bırakmamaya özen gösteriyorum.
Fakat hepsinden önemli olan şey, özellikle kurgularımı okuyan gençleri, geleneksel toplum ahlakına aykırı şekilde yönlendirmemeye özen gösterecek ya da geleneksel tutum içerisinde uygun görülmeyecek bir davranış olsa bile, olayın gelişimine sebep olacak şartların özellikli olmasına dikkat ederek yazıyorum.
 Kendi hassasiyetlerime özen gösterilmesini istediğim gibi, herkesin hassasiyetine özen göstermeye çalışırken, önemli olanın insan olabilmek, kişileri din dil ırk ya da cinsel tercihlerinden ziyade nasıl insanlar olduklarıyla ilgili değerlendirmek gerektiğini düşünerek karakterlerimi oluşturuyorum.

4. Paluri Ar Si Ar Ma’nın kurgusu nasıl aklınıza geldi?
Biraz komik bir hikâye bu aslında ve kesinlikle Arya ve Ateş’in çılgınlığına uygun…
Elimde bir mafya kurgusu vardı; outline’ı hazır ve yazılmayı bekliyordu. Bunun dışında elimde bir de genç bir müzisyen kızla ilgili bir kurgu vardı yine outline’ı hazır, ancak onun da esas oğlanı yoktu. İki kurguyu karşıma aldığımda ortak çok özellik olduğunu gördüğümde birden kurguları birleştiriverdim.
Yani işin aslı, Sadri Baba, Salih Reis, Metin, Selda, Mustafa, Özge ve Merve; her iki farklı kurgunun yan karakterleriyken bir kitabın içine toplanmış oldu.  Memet Ali ise tamamen spontane gelişti.
5. Karakterlerinizi nasıl kurgularsınız? Size ilham veren birileri var mı?
Karakterleri kurgulamak işiyle başlamıyorum aslında. Önce tek bir sahne başlıyor kafamda. Mesela otobüste giderken, çok zengin bir adam, başına gelen bir iki iş yüzünden otobüse binmek zorunda kalmış olsa, gibi bir cümleyle başlıyorum. Sonra bu cümle bir sahneye dönüşüyor. Sahneye dönüşürken de o sahnedeki esas karakterlerin kişilikleri kendini belli etmiş oluyor.  Sonrasında, daha evvel anlattığım gibi meslekleri, hobileri, fobileriyle ilgili  karakteristik özelliklerini belirleyici noktalar üstünde çalışıyorum.
6. Paluri Ar Si Ar Ma için keşke dediğiniz bir durum var mı?
Son okumada herkesin gözünden kaçan ve hatta şu anda bu söyleşiyi yayınlayan bloggerlardan ikisinin yakalayıp yakalamadığını bilmediğim, birinin ise yakaladığını kendisinden öğrendiğim bir kurgu hatası var. Kasım ayında çıkacak 4. Ve 5. baskıda düzeltemeyeceğim sanırım ama 6. baskı itibariyle düzelteceğim onu da.
7. Paluri Ar Si Ar Ma’yı bir de sizden dinlemek istesek?
Kargaya yavrusu kuzgun görünürmüş diyerek başlayayım.
Paluri Ar Si Ar Ma, yazım dili olarak Sır serisinden sonra fark edilir şekilde biraz daha psikolojik dramı iyi yansıttığımı düşündüğüm bir çalışma oldu.
Ancak her kitabımda olduğu gibi, aşkın gelişmesi sürecinin ağırlığına olan tahammülsüzlüğüm yine kendini gösterdi ve doğal olarak çiftlerimizin birbirilerini bulması çok da uzun sürmedi.
Mizahın bol olduğu bölümleri yazarken bazen kahkahalarla güldüğüm doğrudur ancak işin açıkçası, Paluri Ar Si Ar Ma’da asıl mesleğim olan müzisyenliğime hem dem vurup hem de teknik olmaktan kaçınmak için çok uğraştım.  Bu yüzden, senfonik müzik açısından pek çok kitapta denk gelinemeyecek detaylarla süslenirken, bir yanda da Lazca ve Elfçe diyalogları da işleyerek aslında epeyce kendi ilgi alanlarımı yansıtmış bulundum.
Bunu dışında, yan karakterlerin hepsiyle ilgili tadımlık verilen arka plan hikâyeler de aslında başlı başına kurgular olarak aklımda ve kısa zaman da devam olarak karşımıza çıkacaklar.
Benim için Paluri Ar Si Ar Ma, dili sebebiyle kolaylıkla okunabilecekken, genel kültür açısından arada verdiği detaylarla, pek çok okurun ilgisini farklı konulara da çekebilecek bir roman oldu. 
Her kitabımda olduğu gibi en büyük özelliklerinden biri olan psikolojik dramdan mizaha doğru ivmelenen kurgusunda, durakları daha belirgin ve ama geçişleri daha yumuşak olduğu için içime gerçekten sindi.
Ek olarak, yanlış bilmiyorsam popüler Türk edebiyatında yapılmamış bir şey yapıldı ve Burcu Demet’in Zamansız isimli kitabından “Aslan” karakteri, kitabın aksiyon sahneleri için yazar ve yayınevi izniyle misafir olarak geldi ki benzer misafirlikleri bir aksilik olmazsa Sır Serisi’nin devamı olan Aşkın Sırrı’nda da göreceğiz.
Paluri Ar Si Ar Ma, gerek bu misafir karakter olayı, gerekse Lazca ve Elfçe kullanımı ve çoklu karakterlerin işlenişi ile kendi kurgularım arasında, artık imzam sayılan ortak özelliklere rağmen yine de benzersizdi.
 Son olarak…
Uğraşılarınız ve emeğiniz için çok teşekkür ediyorum.  Her bir yorumunuzu ve çalışmalarınızı keyifle izledim.
Hepinizi kocaman öpüyorum J

[OKUMA ETKİNLİĞİ #1] PALURİ Ar Si Ar Ma - ÖYKÜ ODABAŞ II KİTAP YORUMU -KALEMZEN

Etkinliğimizin bitmesine bir gün kalmışken ben de kendi yorumumu buraya bırakayım istedim. Bilmem tanır mısınız? Dilber hala misali, beğenen alııır beğenmeyen bırakır kaçar... Alınmaca gücenmece sonra dertlenip ahlanmaca vahlanmaca yok. Hazır mıyız?

Öncelikle, yazarın okuduğum ilk kitabı olduğunu belirterek başlamak istiyorum. Kitap eğlenceli. Gülüyor musun? Evet.  Fazla kalındığı zaman karakterle hemhal olunuyor mu? Olunuyor. Ağlanılan yerler oldu mu? Oldu. Amma... diyorum bu cümleyi yorumun sonunda okuyacaksınız.



Şimdi isterseniz konusundan birazcık bahsedeyim. Bu kez de benden dinlemiş olun kitabı.

Abi ve kardeş... İkisi de Karadeniz gibi.
Biri denizi kadar coşkun, diğeri yaylaları kadar sakin...
Biri kitaba adını veren, Ateş.
Diğeri ise Gökdeniz.
Bu genç adamlara uygun, iki kadın.
Arya ve Mahru.
Arya müzisyen. Müziği sevdiği ve müzik aletleriyle iyi anlaştığını biliyoruz.
Mahru ise, gencecik bir dalda yetişen açmamış gül goncasıyken hayatın zorlu yollarından geçmek zorunda kalmış ve Gökdenizle karşılaşmış. Hayatının da en iyi gelişmesi, bence. ;)

Bir çok da ana karakter olma potansiyeline sahip yan karakterler var. Mesela, Metin ve Mustafa. Metin'in karısı  Selda. Mesela, Sadri Baba ve Salih Reis. Mahru'nun abisi ve hemşiresi. Mesela, spoil karakter Merve ve öküz koruması. Anladığınız üzere 'havada aşk kokusu var'.

Birbiri içine geçmiş hikayeler, farklı hayatlar, neden ve sonuçtan bağımsız hareketler var.

Spoil vermemek adına nefes bile almadan geldim buraya kadar. Kendimi tebrik ediyorum. Ama alarm verdirerek spoilin dibini vermek istiyorum. Kitapla ilgili bütün detayları anlatmak istiyorum.

Öncelikle, Mahru ve abisi. İki öğrenci. Abisi bazı karanlık bir işe bulaşmış. Evi kurşunlayacak kadar kötü adamlar. Aynı kişiler Mahru'yu çalıştırmayı kafalarına koyuyorlar. Gökdeniz ise, zorla çalıştırılan kadınları tespit etmek için mekana geliyor. Çıkarken de gül gonca Mahru'yu beraberinde götürüyor. Bekaretini teslim alan Gökdeniz de bir şekilde onu kendisiyle evlenmeye ikna eder.

Bu vakitler de ise eve gelen yeni birisi vardır. Erkek kılığına girmiş Arya. Sadri Baba, Arya'nın ailesi öldürüldükten sonra ona kol kanat gerer. Kuzuyu koruması içinse onu kurtun inine sokar.
Bayağı eğlenceli bölümler var bundan sonraki kısımlarda.

Veee... Merve. Kim bu diye soracak olursanız da sizi Paluri'ye davet ediyorum efendim.

O başta ki ama var ya, şimdi onu tamamlayıp kapanışa geçiyorum.
Şu aralar alışılagelmiş aşkın dışında ek hiç bir şey yok benim bulabildiğim. Ekstra tat, 'aha!' tepkisini verdirecek bir kitap değildi bence. Ama okumak isterseniz kitapçılarda ve çok satan listesinde. ;)
Konuşmak isterseniz de adresim belli.
Tekrar görüşebilmek umuduyla, hoşçakalın. :)

28 Ekim 2015 Çarşamba

[OKUMA ETKİNLİĞİ #1] PALURİ Ar Si Ar Ma - ÖYKÜ ODABAŞ II KİTAP YORUMU -LUVİA


Merhaba :D Turumuzun ikinci yorumu da benden geliyor. Katre gibi spoiler vermeden atlatmayı başaramam yalnız benden demesi : D

Öykü Odabaş’ın önceki kitaplarını da okumuş biri olarak Paluri de gösterdiği gelişime bayıldım. Yine bol karakterli eğlence kadar hüzünde barındıran bir kitap olmuş. Konuya kapaktan girecek olursam çift taraflı kapak özelliği bambaşka bir hava katmış. Önünden sıkılırsanız arka kapağına bakabilirsiniz : )  Ayrıca söylemeden geçemeyeceğim kitabın özel üretim beş yüz tanesinin kapak yazısı sarı renk geri kalanlar ise kırmızı renk…


Birde bölüm başı yazıları var ki hepsi ayrı bir felsefik hava vermiş Bazılarını defterime not aldım demeden geçemeyeceğim… Mesela belkide kitabın havasını en güzel anlatan şu satırlar gibi:
Aile; ayaza kalmış minik kalplerin, sıcak bir sarılışla ısıtıldığı; kandan değil, güven ve sadakatten gelen sevgi çemberidir.
Kitap Aryayı biraz tanıtmakla başlıyor ve daha ilk satırlardan içine çekiyor. Tabi ki sadece Aryayla kalınmıyor.  Her Öykü Odabaş kitabı gibi bu kitapta bol karakterli belkide bu sayede çoğu aşk kitabı gibi sıkmıyordur. Kitap karakterleri Arya, Mahru, Ateş, Gökdeniz, Metin, Selda, Mustafa, Sadri baba, Salih Reis, Özge, Merve ( ki tüm ismini söylemeyeceğim),Pinhan, Doğa ve Mehmet Ali. Ki bunları yazarken de unutmadığımı umuyorum :D Kitabın ana karakterleri Arya, Ateş, Mahru ve Gökdeniz olunca onların hikayelerini okuyor, diğer karakterlerin hayatlarından sadece tadımlık alabiliyoruz ki bu da daha da meraklanmamıza sebep oluyor. Hazır yeri gelmişken de yazarın wattpad okurlarını kırmadığının müjdesini vermeden de geçemeyeceğim. Yeni yılda Merve ve Özgenin hayatını anlatan kitabıyla gelecek :D
İçeriğe dönecek olursak; belkide beni bu kitapta en çok etkileyen şey kullandığı dillerdi. Kitabın karakterleri deli dolu ve hakiki karadenizli olurda lazca olmadan olur mu? Ateş ilk başlarda Aryayı delirtmek için kullanılsa da sonra aralarında aşkın dili haline geldi ve bu sahnelere ayrıca bayıldım. İlk fırsatta daha detaylı araştıracağım bir dil oldu benim için : )
“Tolepe-sk’anik ma moğurinams.” (Gözlerin beni öldürü­yor)
“Ne dediğinden gram bir şey anlamıyorum; ama çok güzel söylüyorsun…”
Tabi Ateşin elinde kozu olurda sıkı bir Tolkien hayranı Aryada elfçeyi kullanmaz mı? Tabi bunun sonuçları kitapta saklı…
Gökdeniz ve Mahruya gelirsekte sanırım Gökdeniz tüm saf aşık erkek hayallerimin karakter olmuş hallerinden biriydi. Ateş ve Aryaya göre çok daha sakin bir aşk yaşadılar ki bu sayede aşkın farklı boyutlarınıda görebilmiş olduk. Onların aşkı birbirini yıpratmadan hırlaşmadan olan aşklardandı.
Ateş ve Gökdenizin karıştığı illegal işleri olur da kitapta korumalar, vurulmalar, baskınlar olmadan olur mu? Bu kadar koruma çabası Arya gibi dişli bir hatunla karşılaşınca çabadan öteye gidemiyor tabi. Bol bol aksiyonu sayesinde kitap dahada bir akıcıydı bence.
Beni tek üzen kısım Gökdeniz ve Mahrunun hikayesiydi sanırım. Belkide aşklarının hafif ve durağanlığı sebebiyle idi bilmiyorum ama ağırlık Ateş ve Aryada idi.


Sonuç olarak kitabı kesinlikle öneririm :D Herkese keyifli okumalar…

27 Ekim 2015 Salı

[OKUMA ETKİNLİĞİ #1] PALURİ Ar Si Ar Ma - ÖYKÜ ODABAŞ II KİTAP YORUMU -KATRE







Turun 2. gününden hepinize merhabalar sevgili takipçiler,
Wattpad'in çok okunan yazarlarından Öykü Odabaş'ın, yepyenisi Paluri Ar Si Ar Ma ile sizlerle beraberiz. Umarım bu süreç boyunca bizimle olursunuz ve ilk etkinliğimiz hoşunuza gider. :D
Öncelikle; bu kitapta da, yazarın yayımlanmış diğer kitaplarında ve yayınlanmakta olan hikayelerinde olduğu gibi bol karakter mevzu bahis. Ateş, Gökdeniz, Arya ve Mahru bizim ana karakterlerimiz. Burada denilebilir ki, ama kapakta yalnızca bir kız ve erkek var. Onu da hemen şöyle açıklayayım, kitabımızın adı Lazca'da 'Ateş' anlamına gelen Paluri; ve Ateş kitabımızın en ağır abisi olduğundan haliyle diğer karakterlerden daha baskın. Bunu kitap boyu okurken de fark edeceksiniz, ama buna rağmen ana karakterlerimiz, kitabın devamında bize ailenin gücünü gösterecek bu dört deli fırtına.
Ateş için kitabın en ağır abisi demiştim, ki gerçekten öyle. Ateş legal ve illegal olmak üzere gerek yerüstü gerekse yeraltı piyasada fazlaca söz sahibi birisi. Ateş eğer bir şey olmayacak dediyse o olmayacaktır, keza olmaz da. Olayların başlangıcı da bu noktada gizli. Peki Gökdeniz kim?! O da Ateş'in yadigarı olur ki, canından can parçasıdır...
Arya, konservatuar okuyan ve enstürman olarak piyano çalan güzeller güzeli bir kızdır. Bir gece ailesiyle yemekten dönerken, tabiri caizse taranırlar. Bu vakitten sonra ailesini kaybeden Arya; Sadri Baba'nın himayesine girip, Ateş'in mülkü içerisinde erkek kılığında yaşamaya başlar. Burada sorulabilecek sorulardan birincisi; bu aile neden tarandı, ikincisi; Sadri baba kim, olur muhtemelen. Cevapları şu an ben veremem ama hepsini kitapta bulacağınıza dair garanti verebilirim. Bir başka soru da, Arya'nın yakalanıp yakalanmayacağı olabilir. Elbet yakalacak ama bu noktada işin sırrı sayfalarda gizli. Arya neler yaşadı, nasıl yakalandı? Zannediyorum buraya en uygun alıntı şu olacak: "Bugün karı düzmeye, yarın boncuk dizmeye götürür o deve beni!"
Gelgelelim Mahru'ya... Bu ay yüzlü, masum kıza dikkat edin çünkü Sipahioğlu erkeklerinin vicdanlarında koskoca bir ateş yaktı kendisi. Mahru'nun hikayeye dahil oluşu ise, Ateş'in olmaz dediğinin olduğu noktada başlıyor.
Bu deli fırtına erkeklerin ve masum kızların yollarının kesişmesi, Ateş ve Gözdeniz'in Türkiye'ye ihrac edilen ve edilecek olan tüm uyuşturucu maddelerin kökünü kurutmaya niyetli olması sayesinde oluyor. Ve birbirlerini sevmeye meyilli kalpler bir araya gelince, işin içine silahlar ve kötü adamlar girince, aradan aşk yeşerince ve deli dolu Karadeniz dalgaları kıyıları dövünce olaylar hararetli bir şekilde gelişmeye başlıyor.
Hiç spoi vermeden işin ilk kısmını atlattım. Koca bir 'Huh!..' geliyor burada :P


Kitabı bir başka açıdan inceleyelim şimdi. Daha önce Türk karakterlerin yeraltı dünyasına bir defa girdim. O kitabı okuma sebebim zannediyorum eğlenceli olacağının farkında olmamdı. Bu kitapta da yer yer gülüyorsunuz ama ağırlık işin başka kısımlarında. Kurguyla ilgili; daha önce Öykü Odabaş okuyup sevdiyseniz, bu tarz kurgular okuyup sevdiyseniz, bu kitabı da sevmeniz çok muhtemel. O açıdan gönül rahatlığıyla alabilirsiniz.
Benim gibi yazarın kalemiyle ilk defa tanışacaklar içinse; genel olarak okuduğunuz tarza yakın bir kitap değilse, bir tık sıkılacağınız bir okuma süreci gerçekleşebilir. En azından benim için öyleydi.
Bir de son olarak, güzel kapaklara dayanamıyorsanız, bu kapağı da es geçmeyeceksinizdir.

Şimdilik benden bu kadar, bir sonraki yorumda görüşmek üzere. ^_^

10 Ekim 2015 Cumartesi

Karanlık Serisi - 1, Tess'in Gözyaşları - Pepper Winters || Kitap Tanıtımı

  


Eser Adı : Tess'in Gözyaşları
Yazar : Pepper Winters
Özgün Adı : Tears of Tess
Yayınevi : Arkadya Bitter Yayınları
Çeviren : Arzu Sarı 
Sayfa Sayısı : 496


Muhteşem bir hayatım vardı! Aşıktım, mutluydum ve istediğim her şeye sahiptim. Sonra bir gün, her şey değişti. Bir adama satıldım!

Sevgilisi Brax Cliffingstone, yıldönümlerini kutlamak için Tess Snow'u Meksika'ya götürene kadar ikisinin de geleceğe dair umutları vardı. Altın rengi kumsalların, denizin ve güneşin tadını çıkaracak, birbirlerine yeniden aşık olacaklardı.
Ancak gördükleri güzel rüyanın kabusa dönmesi uzun sürmedi.

Dünyanın gölgelerinden habersiz Tess, kaçırılmış, hırpalanmış ve satılmıştı. Yeniden aydınlığa kavuşmanın bedeli ise Şeytan'la yapacağı anlaşmada, yalnızca bedenini değil ruhunu da ortaya koyması demekti. 

Zindanımın derinliklerinde yankılanan bir fısıltı, "Gözlerindeki karanlığı görüyorum," diyordu. "O karanlık beni besliyor, o karanlık beni çağırıyor."
Ve karanlığın tadı kanıma karıştı. Acı, artık kalbimin en tanıdık yolcusuydu. 




"Şimdiye kadar yaptğınız tün 'en iyi kitap' listelerini unutun ve bu kitabı en başa altın harflerle kazıyın. Yılın değil, yüzyılın en iyi kitabı."      
Lip Smackin Good books

2 Ekim 2015 Cuma

Kitap Yorumu || Her Gün - David Levithan


Kitabı bitireli sadece saniyeler oldu ama ben bu yorumu yazmak için sabırsızlandım. Bilgisayarın karşısına geçemediğim için de gmail taslaklarında yazıyorum yazıyı. Halim içler acısı gibi görünebilir ama yorum güzel olacak diye umuyorum. Okumaya devam edin. ;)
   
                                   

Eğer bunları hemen yazmazsam kafamın patlayacağını farkettim çünkü o NA-SIL BİR SON-DU ÖY-LE. Sonunda ağladım, ağlamamak elde değildi. Ama kitaba bayıldım. Kitaba cidden hayran kaldım. Öncelikle ince ince işlenmiş bir sürü detay vardı. Efendime söyleyeyim, mükemmel bir kurgu vardı, harika bir öykü vardı. A'mızın aşkı ve aşktan vazgeçişi de bence hepimize bir ders niteliğindeydi.

                                            

Kitabı bu kadar övdüysem, azıcık olay örgüsünden de bahsedeyim diye düşünüyorum.
Doğduğu andan itibaren beden beden gezen, neye benzediğini bilmediğimiz, aşık hali çok güzel olan A. Bu beden değişimlerinin ne zaman başladığını kendisi bilmiyor. Daha doğrusu hatırlamıyor. Küçükken her şey normal geliyor. Bakıma muhtaç bir bebekken mesela. Ama işler büyüdükçe karışıyor. Beden değişimleri ona büyük kayıplar ve acılar yaşatıyor. 8 yaşında bir çocuk için her gün farklı bedende uyanmak gerçekten acı verir.
Durun... Size Rhiannon'dan bahsetmek istiyorum. Bedenin pek de iyi davranmadiği sevgilisi.
5994.gün Justin adında 16 yaşında bir erkek bedeninde uyanıyor. Buraya kadar her şey normal görünüyor. Günlük şeyler hakkında bedenin hafızasına erişiyor. Sabah yapması gereken rutinleri gerçekleştiriyor. Okula geliyor ve O'nla karşılaşıyor. Rhiannon'la. Bedenin sevgilisi. A, ona görür görmez vuruluyor. Sonrasında yapmadığı şeyi yapıyor ve bedenin akışına karşı çıkıyor. Çünkü Justin, Rhiannon'a pek de iyi davranmıyor. Ama A, Rhiannon'a Justin'in bedenindeyken harika davranıyor. Onunla kalan dersleri kırıp okyanus kıyısına gidiyorlar ve harika  bir gün geçiriyorlar.


Devamı Kalemzen yazıyor...'da. ;) 
http://kalemzenyaziyor.blogspot.com.tr/

13 Eylül 2015 Pazar

Kor Adası - Kimberley Freeman || Kitap Tanıtımı




Eser Adı:  Kor Adası
Yazar Adı: Kimberley Freeman
Özgün Adı: Ember Island
Yayınevi: Arkadya Yayınları
Çeviren: Duygu Parsadan
Sayfa sayısı: 480


Göz ardı ettiğiniz gerçekler er ya da geç çıkar karşınıza tamamlanmak için. Yüzleşin ki ruhunuz arınsın. 
1891 yılının İngiltere'sinde Tilly Kirkland, Rüya gibi bir evlilik yaptığını düşünürken kendini bir kabusun tam ortasında bulur. Yaşadığı talihsizlikleri onu Avustralya'ya, Kor Adası'nda bir malikaneye getirir. Burada bir yerel cezaevi müdürünün kızına mürebbiyelik yapacaktır. Aslında her günbatımında adeta bir kora dönüşen bu adaya hayatının cezasını çekmek için geldiğini anlayacaktır...

2012 yılında ünlü yazar Nina Jones, kafasını toparlamak ve yazmakta sıkıntı çektiği yeni hikayesine odaklanmak için Avusturalya'ya büyük büyükannesinden kalma mailikaneye gelir. Ancak Starwater Malikanesi'nin duvarları, onun yıllardır sakladığı büyük sırrının kanıtlarıyla doludur. Keşfettiği her kanıt ise Nina'nın büyük bir gizemi çözmesini sağlayacaktır. 


Üçüncü kitabıyla hayranlarının kalbine bir kez daha kazınacak olan Kimberley Freeman'ın romanı Kor Adası, yarım kalan gerçeklerin sonsuza kadar saklı kalmayacağını ve ne olursa olsun kalbimizin sesine kulak vermemiz gerektiğini anlatıyor. 

"Geçmişle günümüz hikayesini kusursuzca birleştiren bir roman, Aşk, tarih ve adeta gotik gizemi barındıran bu hikaye okuyucuların hoşuna gidecek." Booklist


26 Ağustos 2015 Çarşamba

Tutku Oyunları - Aleatha Romig || Kitap Tanıtımı




Kitap Adı: Tutku Oyunları 
Yazar Adı: Aleatha Romig
Orijinal Adı: Consequences
Yayınevi : Arkadya Bitter Yayınları
Editör : Çağla Dirice Çakıe
Türü: Yetişkin Aşk
Çeviren: Gizem Yeşildal
Sayfa Sayısı: 648 
Tanıtım Bülteni



Aşk, günahlarla yoğrulmuş bir oyunu bozabilir mi?
Claire Nichols, kusursuz hayatların, büyülü masalların ardında en kötü kâbusların yaşanabileceğinden habersizdi. Ta ki onunla tanışana kadar; Anthony Rawlings. Zorba, acımasız, gözü kara. Fakat aynı zamanda zengin, kibar, güçlü ve nefesleri kesecek kadar yakışıklı.
Parıltılı yaşamların gürültüsünden uzak, sıradan bir barmen olan Claire, onun tatlı tuzağına düştüğünde ise artık her şey için çok geçti. Nefretin bile çekici geldiği bu dünyada, tutku ve şehvet dolu bir oyunun en önemli parçasıydı artık.
Bu oyunun sınırları yok ama kuralları var. Hayatta kalmaksa ancak kurallarla mümkün.
“Kimse onun kurallarının sonuçlarından kaçamaz.”
Alfred A. Montapert

25 Ağustos 2015 Salı

SEN - Selvi Atıcı || Kitap Yorumu

Merhabalar, ben Kalemzen. ✋  Nasılsınız? :) Sıcaklardan kitap okuyamayan bir ben miyim acaba?

****
" Kardeşinin intikamını almak için çıktığın yolda aşkla karşılaşırsan...
Hiçbir şey göründüğü gibi değildir, bilirsiniz. Üstelik bahsi geçen bir kadın ise, asla! Dövüş sanatları uzmanı olan Süheyla, kardeşinin intikamını almak için çıktığı yolculukta kalbini tam bir baş belasına kaptırdı. Ruhu intikam ateşiyle yanıp tutuşurken kalbi aşk ateşiyle kavruldu...
***
Süheyla'nın adı, 'iyi huylu, sakin' anlamına gelir ancak aldanmayın, yol boyunca elinde muştasıyla aşk ve intikam duygularıyla örülmüş ince bir ip üzerinde ustalıkla yürüyecek gerçek bir kahramandır aslında. O zeki, yumrukları kadar dili de sert bir kadındır. Romanda Demir'le de tanışacaksınız. Aşkın muhatabıdır kendisi. Süheyla'nın intikam mücadelesinde en büyük yardımcısı olacaktır. "
****



Harika bir kitabı bitirmenin kahrıyla ve sizinle paylaşabilme heyecanıyla karşınızdayım. Okuyup bitireli çok oldu ama sizin için birazcık karıştırdım ve alıntılarımla geldim. Hemen başlayayım mı?
Süheyla, namı diğer Matruşka, Chun Lee'nin kız kardeşi ve Jeanne d'Arc...
Demir gibi sağlam vücuduyla, yıpranmaz görünen sinirleriyle, iflah olmaz kıvırcık saçlarıyla tam Demir Mızrak'a göre biriydi.

Demir Bey tabi ki fazlalık olarak düşündüğü harfleri atıyor ve ona Sü diye hitap ediyor. Ama Süheyla ile öyle güzel uğraşıyor ki kendine hayran bıraktırıyor. Tabi Demir Bey'in bu uğraşısına mazhar olabilmek için bir Sü olmak gerek bazen de o adama haddini bildirmek. Mesela, pantolon paçasını kesmek gibi. Evet, Sü'nün intikam planı ve acısı arasında aslında o kadar çok gülüyorsunuz ki. Tabi ki Demir Bey sayesinde. Kadın! diye hitap etti mi ardından gülmeniz garanti.

Neden Demir Bey mi? Bunu sevgili yazarım, Selvi Atıcı daha güzel anlatmış ama bir de ben deneyeyim. Kısaca sınırları korumak diyebiliriz. Süheyla'nın karakteri deyip pekiştireyim. :)

Kitap, bir intihar sahnesiyle başlıyor. Görünüşe göre, intihar etmekle uzaktan yakından ilgisi olmayan biri canına kıyıyor. Onun küvetin içinde yatan cansız bedenini ise ablası buluyor. Evet, o adam Umur. Süheyla'nın kardeşi. İki kardeş arasındaki bağ son zamanlarda eskisi kadar sağlam olsa Süheyla farkederdi belki onun derdini. Ama o sırada Süheyla da onu hamile bırakıp sonrasında onu aldatışına iğrenç bir şekilde tanıklık etmek zorunda bırakan adamın çocuğunu aldırmak ve bütün bunlarla uğraşmak zorundaydı. Nişanlısı, Sü'nün spor salonunda çalışan hocalardan bir tanesiydi ve tek derdi kendisiyle evlenip salonu ona vermesiydi. Alçak herifin teki, anlayacağınız. Sonrasını tahmin edersiniz. Bilekleri kesilmiş, küvet kanla dolmuş, adamın rengi solmuş bir halde onu bulduğunda ve bıraktığı notu okuduğunda bir yemin etmişti. İntikam yemini.




Demir, "Beni önemsiyorsun!" diye mırıldadı.

Süheyla duyduğu sözcüklerin manasını önce kavrayamadı. Ardından sanki kafasının içinde bir ampul yanmış gibi gözleri irice açıldı. Süheyla'nın ona farklı hisler beslediğini mi düşünüyordu? Arzu, evet. Adam için endişelendiğine de evet ama ona bir his beslemek... Hızla doğruldu. Daha konuşmasına fırsat kalmadan, adamın şaşkınlığından faydalanmasıyla kendini onun kucağında, başına koltuk başlığına dayanmış olarak buldu. "Demir Bey, sarhoş mıusunuz?"
Kucağından kalkmak için tekrar atak yaptı ama elleri bileklerini sıkıca kavradığında, bıkkınlıkla iç çekti. Adam yüzünün bir milim ötesine kadar eğildiğinde nefesi aksadı. "Seni gördüm! Adamı yere serdiğinde yüzündeki ifadeyi gördüm. Benim için endişeleniyordun!"
syf.179

Şimdi bir de işin Meltem ayağı var ki, o da kitabın kilit noktası. Meltem, Umur'un nişanlısı ama kitapta ona pek ısınamamıştım. Sebebi babasıymış. Okuyunca anlayacaksınız ve ondan nefret edeceksiniz. 

Bu kitap bambaşka gerçekten. Kayıp Şehir serisinin ikinci kitabı çıkacak diye beklerken SEN haberi gelince ve basılınca beğenmeyeceğimi düşünmüştüm ama bayıldım. Kapak pek hoşuma gitmiyor, attıkları desen kızı daha yaşlı göstermiş bence, ki kız hiç de Sü değil yani. Nerde bu kızın bonus kafa kıvırcık saçları derler ama değil mi? :P

Karakterlere, olaylara, akışına, kitabın diline gerçekten emek verildiği ortada. Her zaman ki gibi şahane yazılmış. Ellerine, emeğine sağlık yazarımızın.



"Sana söylüyorum; kadınlara karşı her zaman nezaket sınırları içinde davrandım. Belki de Süheyla için bu durumun dışına çıkmalı ve onu kaçırmalıyız!"

Demir, sözleri üzerine içten bir kahkaha attı. "Sü'den bahsediyorsun, abi! Kadın, Chun lee'nin kayıp kız kardeşi... Muhtemelen bizi paletler ve üzerimize kocaman bir fiyonk bağlayıp adresimize geri postalar."
Abisi ona tuhaf bir bakış attı. "Ve sen de hala bu kadını istiyorsun!"
 syf. 394


Sözü daha fazla uzatmayacağım.  Kalemzen'den tavsiyedir efendim, iyi okumalar. ^^

20 Ağustos 2015 Perşembe

BALAYI - SUSAN ELIZABETH PHILLIPS || KİTAP YORUMU




Güney Carolina'da yaşayan ufak tefek ama bir o kadar da sert, öksüz Honey Moon için hayattaki en önemli şeylerden biri, hem içinde yaşayıp hem de neredeyse bütün sorumluluğunu üstlendiği lunaparkın muazzam hız treniydi. Lunaparkını ve hız trenini kurtarmak için para bulma umuduyla, kuzini Chantal'la giriştiği işlerin, Honey'yi hiç ummadığı yerlere getirip milyonların gözbebeği yapacağını kim bilirdi? Herkesin bayıldığı bu çocuk yıldız, yaşı dışında acaba başka neler gizliyor? 
Cesur ve zeki bu küçük hanım gözü karalığıyla hayatındaki bütün erkekleri deli edecek! Bunlardan biri Eric Dillon; için için yanan kötü çocuk ve Hollywood'un son zamanlardaki en yetenekli oyuncularından biri. Ve Dash Coogan; kahraman kovboyların sonuncusu, efsanesini sürdürmek için kendisine pek ufak gelen beyaz cama hapsolmuş bir adam. Honey aşık olduğunda, bunu bildiği tek yolla yapacak tüm kalbiyle.

Susan Elizabeth Phillips bir kez daha, harika bir kadının hayatını anlatan, duygusal ve iyi örülmüş bir romanla karşımıza çıkıyor. 
Romantic Times 
Dünyaya asıl gereken, Susan Elizabeth Phillips tarafından yazılmış daha çok roman. 
Elizabeth Lowell 
En iyi ve en kötüyü yaşayıp alevlerin içinden yaralı ama yıkılmamış olarak çıkan bir kadının hikâyesi. Mükemmel bir roman. 
Rendezvous


Bazı yazarlar çok sevilir ve çok önerilir, söz konusu bensem gerçekten okuma zevkine güvendiğim bir insan önermedikçe çoğu yazarı ve kitabı göz ardı ederim. Ama her okur, okuma hayatında mutlaka ‘Bu kadar güzel olduğunu bilseydim daha önce okurdum’ ya da ‘Okumaya daha önce başlardım’ benzeri cümleler kurmuştur… SEP benim sık sık karşılaştığım, buna rağmen alayım da okuyayım dediğim bir yazar değildi. Gelecekte beeellllki ama acelesi olmadığı kesindi. Zannediyorum bu yüzden kitaplığımdaki Balayı kitabını okumadan hediye etmiştim. (Evet bunu yaptım -,- )

Sonra Yamak’dan ‘ın blogunda bu kitaba 10 puan verdiğini gördüm ve bunun üzerine onunla konuştuk. Kendisi tam bir SEP hayranıymış onu da öğrenmiş oldum. Velhasıl-ı kelam gittim Kalemzen’e dedim ki kendi kitabını bana ver. Tabii ki verdi :D –kahretsin Siyamlar böyledir ;) –

Kitabı ondan alalı çok oluyor ama ben yeni okuma fırsatı buldum, bu yaz sıcağında biraz yoğun olunca kitap elimde bir-iki gün fazla kaldı ama olsun. Nihayetinde dün gece kitap bitti ve uzun bir müddet aklımdan çıkmamayı garantiledi.

Öncelikle şunu söylemek istiyorum çünkü okurken bunu sık sık düşündüğümün farkına vardım; SEP’in çoğu kült haline gelmiş romans yazarından farklı bir tarzı var. Yani tüm kitaplarını okumadan bunu söylemek doğru olmaz belki ama hissettirdiği bu. Olaylara farklı yerlerden bakıp okuyucuya bunu anlatmayı tercih etmesi, gerçekçi karakterler seçip kurgusunu çok ince detaylarla süslemiş olması da onun farkını yaratan unsurlar olmuş bence.  

Balayı, bir erkek ve bir kadın karakterin inişli çıkışlı aşk hayatını anlatmamış ya da bir kadın ve iki adamın arasındaki insanı çıldırtan aşk üçgenini, keza bunun tersini de… Hikayeyi özel yapan harika ve ince ince işlenmiş bir kurgumuz var. 

Honey Jane Moon altı yaşında Silver Gölü Lunaparkı’nı işleten Sophie teyzesinin yanına verilmiştir. Çünkü annesi ölünce ondan sorumlu olacak tek akrabası teyzesidir. Honey teyzesine ilk geldiği sıralar acısıyla darmadağın olmuş, sürekli ağlayan ve yanındaki insanlar için sorun çıkaran bir kızdır. Bu halinden sıyrılıp umudunu yeniden kazanması, meşhur hız treni Kara Şimşek sayesinde olur. Honey’e daha fazla dayanamayan eniştesi onu tuttuğu gibi altı yaşındaki bir kız için korkunç büyüklükteki Kara Şimşek’in en önüne yerleştirir ve Honey bu seyahatinde yaşamaya dair umudunu yeniden kazanır hatta belki Tanrı’ya ulaşır.

“Lunaparktaki büyük hız trenine binmek Tanrı’yı bulmanızı sağlar.” –Anonim

Honey on dört yaşına geldiğinde eniştesi vefat eder ve Honey, teyzesi ve ondan bir yaş büyük kuzeni Chantal’a bakmak ve lunaparkı yönetmek görevlerini üstlenmek zorunda kalan kişi olur. Bu vazifeyi severek üstlenir ve tüm bu görevler onu sert, oğlan tipli, kendinin ve yeri geldiğinde dişiliğinin farkında olmayan kız olmaya iter.

Lunapark borçlardan dolayı kapanmıştır Honey on yedi yaşına geldiğinde ve Honey çareyi güzeller güzeli kuzeni Chantal’ın güzellik yarışmasında birinci olmasını sağlayarak ve sonraki aşama olarak yüzlerce kızın arasından sıyrılıp Amerikanın yeni ve büyük heyecanla beklenen programı Dash Coogan Show’a başrol olmasını umut etmekte bulur. Bu sayede lunapark tekrar çalışmaya başlayacaktır. Ama işler planladığı gibi gitmez. Ava gider ve avlanır. Sert oğlan çocuğu tipi, zorlu yaşamı ve kapanmaz ağzıyla Dash Coogan Show’da ünlü kovboy Dash Coogan’ın kızı Janie’yi o oynuyordur.

Üstelik senaryo da o zamanlar ona tanrı gibi gelen beş yazara anlattıkları ve gözlemleri ile yazılıyordur. Dizinin ilerleyen bölümleriyle, tek amacı lunaparkı tekrar işler hale getirmek olan Honey birden Amerika’nın en ünlü çocuk yıldızı olur.

Bu anlattığım kitabın belki altıda birlik kısmını oluşturuyor yani hikaye daha yeni başlıyor. Peki bizim erkek karakterlerimiz kim? Onlar Amerika’nın yükselen yıldızı Eric Dillon ve son rodeo Dash Coogan. Onlarla ilgili çok şey anlatmak istiyorum ama biliyorum ki her bir cümlem spoiler olacak o yüzden sadece Eric’in masum insanları hayatına almaktan ve onlara zarar vermekten deli gibi korkan ve kaçınan sert çocuk olduğunu bilin. Ve Dash’ın da hiçbir evlilikte dikiş tutturamamış, çocuklarına babalık yapamayan, bir kadına bağlı kalamayan yakışıklı kovboy olduğunu…

Kitabın devamında gerçekleşen bir çok olayla beraber Honey’nin aslında çok sevmek ve çok sevilmek istediğini görüyoruz. Honey bir şeylere sahip olmak istiyor, aile mesela. Kimse kusura bakmasın, asalak sürüsü misali evinde yaşayan tembel kuzeni ve kocasını ve teyzesini ve onun da kocasını evinden ve hayatından atmayışının sebebi de bu. Honey önemsediği insanların onu sevmesi, ilgi göstermesi için kendini parçalamaya hazır. Dash’ın çevresinde dolanmasının, Eric’e ilgi göstermesinin ve karşılığını alamayınca da hırçınlaşmasının sebebi de bu.

Ve yorumum uzadıkça uzuyor kendime dur demek zorundayım. Kitap yeri geldiğinde tebessüm ettiren yeri geldiğinde ağlatan şaşırtıcı bir çok –gerçekten çok-  olayla devam ediyor. Zannediyorum en büyüğü Honey’nin kendini kadın olarak keşfedip, kot pantolonu ve çizmelerinden kurtulmasından sonra oluyor. Honey’nin yerinde olsaydım ne yapardım diye kendime sorduğumda ben en başında pes ederdim diyorum. Mücadeleci ruhuna hayran kaldım kesinlikle.

Bir yorumun daha sonuna geldik. SEP açılışımı yaptım, sırada Pegasus Yayınlarından çıkan seriyi almaya başlamak var. Siz de okuyup beğendiklerinizi benimle paylaşabilirsiniz, bu sayede onları öne alırım.

Ve kitaba puanım, tabii ki bu kadar övgüden sonra 5/5   <3

Sağlıcakla kalın ^.^ ve unutmadan, sevgili Kalemzen istersen tabii ki okuman için kitabımı sana verebilirim. İstemezsen de söyle bir link atayım ;)

“Sen çok daha iyisini hak ediyorsun. Niyetim seni üzmek değil, ama istemesem de kalbini kıracağım.” Sf. 254“Kalbini… kıracağımı… biliyordum,” Sf. 331

“Ben insanları mahvediyorum.” O kadar alçak sesle konuşuyordu ki, Honey zorla duyabiliyordu. “Bunu hak etmeyen insanları. Masumları.”


Ve ufak bir şey daha. Kitabın yurtdışı kapaklarını inceleme şansı buldum ve şunu rahatça söyleyebilirim ki içeriğe en uygun olanı bu kapak. Yani aslında değil bu görselden komedi olduğu zannedilebilir ama kapakta hız treni var lütfen!!! Bizim kapak da iyi kötü değil fakat dönmedolap ne alaka derler adama, kitapta bahsi bile geçmiyor... Bu da böyle bir iç dökmesiydi, sevgiler tekrar... :)

24 Temmuz 2015 Cuma

Bir Deniz Kızı Hikayesi - Corleonis || Kitap Yorumu



Merhabalar efendiiiimm.. Ben yine Kalemzen ve bu da BDKH kitabına yaptığım naçizhane yorumum.
Arka kapak yazısını da okumayı ihmal etmeyin. ;)




" Okyanus... Onu gördüğümde, dile getiremediğim ve aklımdan geçen tek şey buydu.
Okyanus gibiydi gözleri. Okyanus bile bu kadar derin değildi belki...
Çaresiz, yalvaran bakışlarıyla bana bakıyordu. Ve gözlerindeki yakarış, dudaklarında süzüldü.
"Yardım et..." Sessiz...Güçsüz...Ürkek...
Öyle olağanüstüydü ki aşkları... Öyle masum...
İki yakın arkadaşıyla Karayipler'e tatile giden Walt'un aklında sadece üç şey vardı;
kızlar, okyanus, eğlence.
Peki, Karayipler'in en güzel koylarının birindeki mağarada, çaresiz, okyanus gözlü bir kızla karşılaşınca, hayatının değişeceğini tahmin edebilir miydi?
İki aşık kalp...Walt ve Elka...
Ölüme, imkansızlığa karşı ne kadar direnebilirdi?
"Yemin ederim sana her şeyi düzgün öğreteceğim.
Korkunca öpülmüyor biliyor musun?
O, sadece seni öpebilmek için uydurmuş olduğum bir yalandı.
Pizzamı da paylaşabiliriz söz veriyorum. Yine dönmedolaba bineriz ve bu kez, korkmaman için sımsıkı sarılırım sana.
Seninle uyumak için uydurduğum bahaneler olmadan beraber uyuruz...Hı?"


Eğer yazarını birebir tanımıyorsanız ve sadece bu ismi duymuş olsaydınız, yabancı biri zanneder, çeviri kitap okuduğunuzu tahmin ederdiniz değil mi?
Neyse ki ben tanıyorum. Ve tanıdığıma da o kadar memnunum ki! Yazarımız Türk efendim. Ayrıca kim demiş Türkler fantastik yazamaz diye? Alın bir adet BDHK'i postalayın o insana, elden verecek olanlar varsa yüzüne bir kuple tükürürlerse ben adıma da, sevinirim.
Evet, sinirimi de sizinle paylaştığıma göre artık yorumuma gecebiliriz.



Kitabımız bir koyda başlıyor.
İnsan olmayı çok isteyen Elka, Kihan'ın-ki bu karakterden son 40 sayfaya kadar falan nefret ettim, adı geçince bile irrite oldum- onayını bile beklemeden kendisini atıyor deniz ülkesinin kapısından dışarı ama oldu mu hiç? Olmadı tabi. Sabırsız Elka! Sen nasıl dayandın 9 ay istiridyenin içinde? :P Ve evet, istiridyelerin icinde kalıyor bu deniz perileri. Neyse konuyu fazla dağıtmak istemiyorum. 

Kapıdan çıktı çıkmasına ama bilin bakalım peşine kimler takıldı kimler? Öncelikle Urel. Kim ya bu adam diye soran olursa eski bir tanıdık dersiniz. :D Bu adamdan da hoşlanmadım ama ben kitap boyunca iguana suratlı pislik. Hhhmmm.. Bir de aramızda kalsın bu Urel'le Kihan var yaaa... Ama durun her şey sırayla.

Birazcık da Walt'tan bahsetmek istiyorum. Ahh.. Kurtarıcı Walt demek istedim tabi ki. O ve iki arkadaşı John ve Steve Karayiplere tatil yapmaya gelmişti. Ve eğlenmeye geldikleri koyda denizde olan sarsıntıyı üçünden sadece o farketti. (Tabi bunda denizde olmaları da önemli bir etken, -ları dedim evet sarışın mıydı, esmer miydi, kumral mıydı? Hatırlayamadım. Ama vücutlarını beyinlerinden çok daha fazla kullanan kadınlardan biri vardı yanında. Hemcinsim olarak onlardan utanıyorum.) Ya da Elka'nın ince titrek sesiyle acıdan dolayı inlemesini de sadece Walt duydu. Demem o ki kader ya da tabiat ana ya da yazar işte ne derseniz işinde iyi. ;)



Neyse efendim Walt bir şekilde Elka'yı mağaradan ve koydan çıkarıyor.  Bu arada güzelliğine o hasta haliyle bile vuruluyor demeyi unuttum. Arabasının balık kokmasına mani olamıyor tabii. :D
Sonrasında komşu teyzenin mantarlı terliklerinden mi bahsetsem, dönme dolabın tepesindeki korku öpücüğünden mi yoksa ilk kez dondurma gören Elka'nın heyecanından ve merakından ya da Walt'un onun dondurma yiyişinden etkilenmesinden mi bahsetsem bilemedim. Ama kitap her anında keyifliydi. Tabi üzülmedik mi? Üzüldük. Ağlamadık mı? Ağladık. Hayran kalmadık mı? Kaldık.
Steve ve Axela'dan bahsetmiş miydim? Ah.. Axela'nın kim olduğunu bilmiyor olabilirsiniz. Kendisi Elka'nın yakın Deniz Perisi arkadaşı. Kapıdan geçen kaçaklardan bir tanesi anlayacağınız. Steve'le atışmaları, hafızalarını kaybetmelerine rağmen aşklarını unutmayışları ama nefretle örtmeye çalışmaları. Bir şey diyeyim mi? Bu ikiliyi çok seveceksiniz.
Sıra geldi Kihan ve Urel'e. Onların hikayesi çok çok eskiye dayanıyor. Kabul. Kitabın sonunda ikisini de çok sevdim. Aşkları için acıyı göze alan insanlara hayranımdır. İkisi de fazlasıyla acı çekmişler.
John ve mantarlı terliğin sahibi teyzenin yiğeni arasındaki aşkta güzeldi hani. Sevmediğimiz karakteri yok ki yazarın!



Aralardaki geçişler çok güzel ve yeterliydi. Sözün kısası ben bayıldım bu kitaba. Ayrıca görselleri hazırlayan Katre'me de çok teşekkürler.Çok güzel değiller mi? ^.^
Kalemzen'den tavsiyedir efendim, alın okuyun yazın bana. ;)

21 Temmuz 2015 Salı

KURUCUNUN KIZI - AMY ENGEL || KİTAP YORUMU




KİTABIN ADI: KURUCUNUN KIZI
YAZARI: AMY ENGEL
ORJİNAL ADI: THE BOOK OF IVY
SERİ: THE BOOK OF IVY #1
TÜRÜ: DİSTOPYA
YAYINEVİ: YABANCI YAYINLARI
ÇEVİRMEN: MERVE ÖZCAN
YAYIN YILI: 2015
SAYFA SAYISI: 270
Dehşet verici bir nükleer savaş sonrası Amerika Birleşik Devletleri büyük ölçüde yok edilmiş, sadece küçük bir grup hayatta kalmıştı. Geriye kalanları kimin yöneteceği konusunda Lattimer'lar ve Westfall'lar arasında çıkan savaşı Westfall ailesi kaybetmişti. Ve beş yıl sonra barış ve kontrol, her yıl yapılan bir törenle, kaybeden tarafın kızları ile kazanan tarafın erkeklerinin evlendirilmesiyle sağlanmaktaydı.
Bu yıl benim sıram gelmişti.
Benim adım Ivy Westfall ve görevim basitti: Başkan'ın oğlunu, müstakbel kocamı öldürmek ve Westfall ailesinin gücünü geri kazanmasını sağlamak.
Ama görünen o ki, Bishop Lattimer ya çok yetenekli bir oyuncu ya da ailemin iddia ettiği gibi kalpsiz, zalim bir çocuk değil. Hatta beni bu dünyada gerçekten anlayan tek kişi bile olabilir. Ama kaderimden kaçmama imkan yok. Ben Westfall mirasını geri alacak kişiyim.
Çünkü Bishop ölmeli. Ve onu öldüren ben olmalıyım...



Merabalaarrr ^.^ Yine ben, Katre...
Daha önce distopya ve fantastik yorumu girmemekle ilgili bir kararım vardı ve ben tabii ki dayanamadım. Yorumun bekleyeni de olunca girmemek olmazdı. Bahsi geçen kitap yorumu 'Anlat Beni'den ziyade 'Tamamla Beni' çığlıkları atan Kurucunun Kızı!  Çünkü kendisi 2-2,5 haftadır taslak halinde beklemek zorunda kaldı. Ve nihayet tamamlanıyor galiba... 

Veee geveze bir girizgah yaptıktan sonra, üstteki kitap tanıtım yazısı ve video zannediyorum ki kitabımızın konusunu açıkça ortaya koyuyor. İzlemeden ve okumadan geçtiyseniz izleyin ve okuyun derim o halde, çünkü nasıl bir dünyanın içinde olduğumuzu güzel özetlemişler. Ha bu arada Yabancı Yayınlarının hazırladığı kitap tanıtım videolarını ne kadar sevdiğimden de bir küçük bahsedeyim. Mükemmeller yaa, bu da öyle... Diğerlerini kim yaptı bilmiyorum ama bunu Gizem Sert yapmış. Ellerine sağlık muhteşem yapmış. *_*

'Şehir' böyle söylüyor tanıtımda. On bin kişiden oluşan ve etrafı çitle çevrili, Lattimer'ların ve Westfall'ların iki ayrı ucunda yaşadığı, bir distopyaya göre çok da katı kuralları olmayan ve şehir adını almak için çok az insan barındıran şehir.

Lattimer'lar yıllar önce Westfall'larla girdikleri mücadeleyi kazanıp şehrin başına geçtiklerinde bir zorunluluk getirmişler; her yıl iki defa -biri  yaza girerken diğeri sonbaharda- iki tarafın 16-17 yaşındaki gençlerini, yapılan testler sonucu en sağlıklı eşleşme teşhis edilerek evlendirmek. Kitabımız yaz başındaki törenle başlıyor, kazanan tarafın erkekleri ve kaybeden tarafın kızları. Başkanın Oğlu Bishop Lattimer ve Kurucunun Kızı Ivy Westfall...

"Yalan söylemek istemeyen bir çocuk asla doğruyu söylemeyen bir kızla evlendi. Eğer Tanrı gerçekse hastalıklı bir espri anlayışına sahipti."

Kitaba gerçekten güzel bir düzeneğin içinde başlıyoruz. Zorunlu evlilikler yıllar boyu alışkanlık olduğu için kaybeden tarafın kızları için artık bir sorun olmaktan çıkmış, törende sıralarını beklerlerken heyecanlarına mutluluk da karışabiliyor ama Ivy elbetteki baş kahraman olmanın getirdiği zorunlulukla onlardan farklı. Ivy Başkanın Oğluyla evlenmeyi istemiyor ama onun bir görevi var. Yüce bir görev... Bir intikam... Burada kitabın kapağındaki güzelliğe göz kırpmak gerek. Amacı barışı sağlayıp, nükleer savaş sonrası yüzünden tıkılıp kaldıkları çitin içinde nüfusu artırmak için çocuk doğurmak ve sevgi dolu bir eş olmak değil. Yıllar önce büyükbabasının elinden alınan hakkı geri getirmek. Bu bir aile meselesi, kişisel olarak da annesinin intikamını almak istiyor kızımız...

Peki nasıl yapacak? Aynen şöyle; ilk önce Bishop'u ardından da Başkan'ı öldürerek... Böylece uğruna yıllarca çalıştığı -kitabın başında bundan ilk bahsettiğinde benim aklım uzak doğu sporlarına gitmişti ama fikrî bir çalışma bu, önden söyleyeyim- gayeyi yerine getirip demokrasiyi hakim kılmış olacaklar...
Olacaklar diyorum çünkü bu planı Ivy tek başına yapmadı. Okuyucu tarafından booooooolca nefret edilecek bir ablası ve babası var. Hadi babası neyse de, o abla... Başına ateşler yağsın onun, o kadar...o kadar!! -,-

"Eğer kullanıldığının farkındaysan ve yine de buna izin veriyorsan, gerçekten kullanılıyor olur muydun?"

Bu kitapta sempati besleyeceğiniz tek karakter Bishop. Ivy'ye karşı o kadar anlayışlı ki ve düşünceleri, çitin ardındaki denize duyduğu özlem... Bishop kesinlikle okuyucunun sevmesi, çoook sevmesi için yazılmış bir karakter. Ivy ise daha çok anlayış duyduğumuz... Ivy çok fedakâr bir kız, kitabın başında ailesi sonunda ise aşkı için kendini feda ediyor. Öyle ki kitabın sonunu gözleriniz dolu dolu okuyorsunuz.


"Beni inciteceğini düşünmüyordum ve bundan ne çıkaracağımı bilmiyordum. Eğer incitseydi, her şey daha kolay olabilirdi."

Karakterler evlendikten sonra Ivy'nin Bishop'u keşfetmesini, gerçekte sandığı kişi olmadığını anlamasını okuyoruz. Ama buna rağmen -çoğu zaman ablasının gazıyla- amacından vazgeçmiyor ve planı dahilinde çalışmalarını sürdürüyor ve ailenin içine giriyor.

Aslında o kadar kalın bir kitap değil ama sevince, hakkında yazdıkça yazısı geliyor insanın. Burda anlatmaya dur deyip önemli bir de detaydan bahsedeyim. Bu distopyanın en katı yönü bana sorarsanız, cezası. Yani bir tecavüzcü de olsanız ya da bu zoraki evliliklere karşı da gelseniz olacak belli, çitin dışına atılırsınız! Bu gerçekten ürkütücü bir şey şehirliler için çünkü nükleer savaştan sonra çitin gerisinde neler var bilinmiyor. Dışarıya arama timleri gönderilmesine rağmen henüz sağ dönen hiç olmadı. Çitin ardı tam bir muamma ve orada olmak herkesin korkulu rüyası. Yani bu bahsedilmesi gereken bir mevzuydu, bundan da bahsettiğim göre yavaş yavaş bitireyim.

"Sanırım çitin bizi güvende tutması gerekiyordu ama daha çok bizim korku içinde yaşamamıza neden oluyor."

Distopik açıdan değerlendirildiğinde öyle çok iyi bir kitap olduğu söylenemez ama genel olarak bakınca... Bence harika bir kitap, çoook severek ve bir oturuşta, hasta hasta gözlerimi kitaba akıta akıta okudum. Başlayınca elinizden bırakamadığınız kitaplardan Kurucunun Kızı da, ince işlenmiş karakterlerle oluşturulmuş güzel bir kurgu. Her bir kelimesini zevkle okudum ve ikinci kitabı olsaydı onu da hiç yerimden kalkmadan hemencecik bitirirdim. Malumunuz Bishop azıcık -tan biraz fazla- bağımlılık yapabiliyor. *-*

Baskıyı konuşalım azıcık da. Yabancı Yayınları'nın ilk ciltli baskı denemesiydi, ceket kısmında zannediyorum bir hata olmuş ama hakkını yememek lazım çok kaliteli bir baskıydı ve fiyatı da çok uygundu ki etiket fiyatının altına düştü çoğu satış noktasında. Hatta ben kendisini 10 liraya aldım aramızda kalsın. *-* Dosyayla ilgili bir maruzatım olabilir, okurken gözüme redakte hataları ilişti belki yeni baskıdan önce son bir okuma yapar yayınevi, güzel olur bence.


Ve gelelim kapak tasarımına, gördüğümüz üzre yayınevi orjinal kapağı kullanmış çok da güzel olmuş ama soldaki yeşilli kapak da bir harika, insanın aklı kalmıyor değil. :P

Ve ve ve veee..... Sıradaki, 'The Revolution Of Ivy'ye *.* Türkçe'ye 'Ivy'nin Devrimi' olarak çevirebilir, tabii yayınevi orjinal ismi kullanır mı bilemem. Kapakla ilgiliyse, o bıçağı gördünüz mü o bıçağı! Doğrultulmuş birine ya da birilerine, benim elbetteki tahminim var ama spoi olmasın okumayanlara. Ve alttaki ormanı gördünüz mü peki!?! Allah'ım n'olur çabuk çıksın yaa, dedirtiyor kapak bile *-*

Puan vermeyi unutmayalım.
Puanım 4,5/5 ^.^

Okuduğunuz için teşekkürler, yorum da bırakın ^.^
Yeni bir yorumda görüşmek üzere.










17 Temmuz 2015 Cuma

Marslı - Andy Weir || Kitap Yorumu





Merhabalar, ben Kalemzen. Bu da Marslı yorumum. İlk yorumdaki heyecanı attığımı umuyorum. Teşekkür etmem gereken insanlara bir küçük not bile iliştirememişim ya, tüh bana. Onlara sonsuz bir borcum var. Bizim için uğraştığınız, teşekkür ederim.  ( Geç oldu ama güç olmasın değil mi ama? 🙈🙊 )

O, Dünyanın en ünlü adamı.
Sorun şu ki, Dünya'da değil. 
Mark Watney, 31 sol icin tasarlanmış bir Hab'ta 1.5 yıl yaşam savaşı veren insan.


Kitabımız turuncu renkli kapağıyla ilgi çekici. Kapak dokusu da bir harikaydı. Baştan söyleyeyim kitabın neredeyse her cümlesine hayran kaldım. Uzun zamandır bilim-kurgu okumadığım için mi diye düşündüm ama yok. Değil. Kitap cidden çok iyi.
Bir arkadaşım hediye etmişti, lakin okuyana kadar bayağı zaman geçti üzerinden. Utanıyorum ama kahrolası sınavlar demekten de kendimi alamıyorum. Neyse ki artık mezunum. 👏🎉
Neyse, gel gelelim kitabımızaaa...
Başlarda kitaptan fazla bir şey beklemiyordum. Kapağına hayran kaldım ve Goodreads okurlarına da güvenerek aldım. Ama sona yaklaştıkça su gibi aktı kitap ve bitirdiğimde kesinlikle bu kitap okunmaya değer dedim. Sadece, bilim-kurgu sevenler bile değil. Her yaştan, her kesimden insan okuyabilir bu kitabı.



Birazcık kimya ve teknik bilgi vardı. Bu bir sözelci için fazla can sıkıcı olabiliyor. Hele su üretme aşamasında giriştiği hidrojeni ayrıştırma işlemini okurken hem gerildim -çünkü MTA'nın patlama ihtimali vardı- hem de sıkıldım. Tamam. Yak artık şu lanet olası nitrojeni.

Ama ondan öncesinde bir şey vardı ki, zekasına ve öleceğini düşünmesine rağmen arkasında bir şeyler bırakmak için uğraşması beni kendine hayran bıraktı. (Aç karnını doyurmak için de olabilir. :D )

Mesela, dışkısını, birazcık Dünya toprağını ve Mars toprağını karıştırarak patates yetiştirebiliyor. Bunun için görev arkadaşlarının elbiselerinden bir kaç tanesini feda etmesi gerekiyor ve sonunda onlara ulaşmasına yetecek kadar patates yetiştirebiliyor.  Dolayısıyla; Mark Watney, Marsı kolonileştirmiş adam.

Mars'ta ikmallerinin bitmesini, su arıtıcısının bozulmasını ya da oluşabilecek herhangi arızaya rağmen, tabii birazda korkarak, seyahat ediyor. Birinci yolculuğu Pathfinder için. Kendisini dolaylı yoldan NASA'ya bağlayabiliyor ve komik diyalogların çıkmasını sağlıyor.



"Tuhaf bir his gerçekten. Nereye gitsem, ilkim. Araçtan dışarı mı çıktım? Oraya gelen ilk kişi benim! Bir tepeye mi tırmandım? O tepeye tırmanan ilk kişi benim! Bir taşı mı tekmeledim? O taş bir milyon yıldır yerinden kımıldamamıştı!
Mars'ta uzun yolculuğa çıkan ilk kişi benim. Mars'ta otuz bir soldan fazla zaman geçiren ilk kişi benim. Mars'ta mahsul yetiştirebilen ilk kişi benim. İlk, ilk, ilk!" syf:117/Pathfinder Yolculuğu
İkincisi ise, Schiaparelli. O neresi diye sorarsanız, hemen diyeyim. Takım arkadaşlarının kendisini Dünya'ya götürebilmeleri için yaklaşabilecekleri nokta. Birazcık sapma olmadı mı? Oldu. Ama bu insanların hepsi zeki. Hemen bir çözüm buluveriyorlar.

"...Şimdiden görebiliyorum: Elimde bir harita, kafamı kaşıyıp acaba Venüs'e nasıp geldim diye düşünüyorum." syf:328/Shiaparelli yolculuğu
Kitabın diline de çevirisine de bayıldım. Kesinlikle Mark Watney'e yakışıyordu
Dertlenişi ve kendi kendine Mars yüzeyine attığı serzenişleri bile insanı güldürüyordu.

"Torunlarım olmasını dört gözle bekliyorum. " Ben gençken, bir kraterin kenarına kadar yürümem gerekti. Tepeye doğru hem de! Bir GDF elbisesi içinde! Mars'ta diyorum, velet! Duydun mu beni? Mars'ta!" syf:336
Mark'ı hayatta tutan şeylerden bir tanesi muhteşem zekası ve esprili kişiliğiydi. Ona gerçekten hayran kaldım.

Bu arada bilmeyenler için söylüyorum Marslı film oluyor. Başrolde Matt Damon oynuyor. Gösterim tarihi ise 2 Ekim olarak belinlenmiş. Aşağıdaki linkten de Mark'ı ve görev arkadaşlarını tanıyabilirsiniz. 

https://www.facebook.com/ithakiyayin/videos/vb.346059422081548/935318073155677/?type=2&theater





Evet efendim, Kalemzen'den tavsiyedir.
Alın, okuyun ve bana yazın. Konuşalım.
Yorumumu okuduğunuz için de çook teşekkür ederim.